6 Ocak 2014 Pazartesi

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin Dağılma Sürecini Etkileyen Etmenler


          Yirminci yüzyıla damgasını vuran ve dağılışına kadar da Dünya'nın kaderini belirlemeye devam eden Sovyet Sosyelist Cumhuriyetler Birliği'nin dağılması sadece tek bir sebebe bağlanamaz. Bu makalede daha çok 1970'lerin başından 1980'lerin sonuna kadar olan zaman dilimi üzerinde durulmuştur.

          SSCB, yirminci yüzyılın "soğuk savaş" döneminin en büyük iki cepsesinden biri olmanın yanı sıra 1917'de başyalan ve 1991'de dağılan çok uluslu bir devlettir. 1991'de yapılan nüfus sayımı göz önüne alındığında iki yüz doksan üç milyonu aşan nüfusuyla Dünya nüfus sıralamasında üçüncü sırada gelir ve yine dağılma yıllarına yakın yapılan bir ölçüme göre yirmi iki küsür milyon metrekarelik yüz ölçümüyle SSCB, Dünya'nın en geniş yüz ölçümüne sahip ülkedir .

          Bu kadar büyük nüfusa, yüz ölçümüne ve çeşitli halka sahip bir ülke nasıl olur da dağılabilir? Bu sorunun cevabı yine sorunun kendisinin içinde gizlidir. Birçok tarihçinin yirminci yüzyılın en büyük sosyal deneyi olarak gördüğü SSCB, kimilerine göre daha 1917'den parçalanmaya başlamıştır kimilerine göre ise Stalin'in ölümüyle birlikte başlamıştır parçalanma. Gerçek olan bir şey var ki, SSCB'nin dağılışı bir günde gerçekleşmemiştir, gerçekleşemez de.

         Tarihte olan her olayın bir oluş sebebi vardır ve bu sebep aynı zamanda kendinden önce yaşanan olayın bir sonucudur. Yani tarihteki her olay aslında hem bir neden hem de bir sonuçtur. Bu makale daha çok SSCB'nin dağılışının nedenleri ve dağılış süreci üzerinde duracak olsa da unutulmamalıdır ki SSCB'nin dağılması aslında küresel olarak birçok olayı etkilemiş, ve hatta yirminci yüzyılın sonunda gerçekleşen neredeyse bütün olaylara damgasını vurabilmiştir. Tarihte her şey bir nedene dayandığından ve bu nedenlerin de kendi nedenleri olduğundan 1991'i anlamak için eskiye dönüp göz atmakta fayda vardır.

      1970'lerde yaşanan en büyük olaylardan biri Helsinki Nihai Senedi'dir. Dağılmanın belirtilerinin üstü hapalı da olsa gözüktüğü ilk belgelerden olan Helsinki Nihai Senedi, 1980'lerin sonlarına doğru karışan SSCB'yi denetleme adı altında Batı Avupa ve Amerika'ya çok önemli bir avantaj sağlamıştır. 1950'lerden beri Avrupa'nın siyasi haritasının kesinleşmesini ve Batı Bloğu ile Doğu Bloğu arasında yaşanan birbirini tanımama faslını ortadan kaldırmayı hedefleyen Doğu Avrupa, belki de yirmi yıldır böyle bir senet için beklediğinden, senetin insan haklarını kapsayan son kısmındaki maddelere göz yummuştur. Fakat bu göz yumuş sonralardan karşı tarafa insan haklarının ihlali gerekçesiyle kendi içişlerine müdahale etme hakkı tanıyacaktır.

            Üstelik Helsinki Nihai Senedi 1970'lerde SSCB'nin üstüne çöken tek olumsuz etki de değildir; yapılan hemen hemen her kongrede bağımsız yandaş devletler vergi vermemek için ellerine geçen her olasılığı değerlendirmiştir. SSCB'nin yandaş ülkelere tek başına hammadde sağlamasının karşılığı olarak aldığı ve federasyona katkı sağlaması amaçlanan maddeler, kapitalist ülkelerin alışık olmadığı bir yöntemle toplanmaktadır. SSCB'nin vergi yönetmenliğinde her malın ederi değil, o malın sahibi olan ülkenin politik konumu dikkate alınmaktadır.

            1970'lerin bir başka özelliği de o zamanlarda reformların "yukarıdan aşağıya" uygulanılmaya çalışılmasıdır. Yapılmaya çalışılan darbelerde bile hedef her zaman için "baş"tır, zira SSCB'nin tüm vatandaşları kendilerinde buldukları gücü liderlerden almaktadır ve her dönem kendi lideriyle anılır. Leninist, Stalinizm ve Kruşçevist gibi terimlerin ortaya çıkması da bundan ileri gelmektedir.

          Yetmişli yılların özelliklerinden biri de vatandaşların suçlayacak kişi arayışına girmeleridir ki yenilgi veya suç kesinleşmedikçe bu yapılması pek de olası bir şey değildir. Tabii ki tüm SSCB vatandaşları bu kanıda değildir ama eskiye kıyasla suçlayanların sayısı giderek büyümektedir. Kendilerinin başına tüm bu dertleri açanların ne Stalin ne Lenin olduğunu, suçlanacak tek kişinin bunları hepsini başlatan ve onlara boşa ümit veren Marx olduğunu savunan insan sayısı, azımsanamaz bir biçimde artmıştır. Böylesine umutsuzluk içinde olan vatandaşların neredeyse yüz yıl önce ölmüş birini suçlamaları da ulusal ideolojide açılan ilk deliklerin habercisi niteliğindedir.

               Ulusal ideolojiyi çökertici nitelikteki bu suçlamaların nedenlerinden biri de halkın, güçler ayrılığı ilkesini benimsemeksizin tüm güçleri elinde tutan Yüce Sovyet'ten haklı olarak korkmasdır. Kuralları ihlalin bedelinin her zaman çok ağır olduğu SSCB'de yargı ve yürütme çok önemli kavramlardır, öyle ki ikisi de federasyonun koruması altındaydır. SSCB'de hakim olan korku ortamına ve çıkan her muhalefetin güç kulanılarak bastırılmasına rağmen, 1970'lerde SSCB'nin muhalefet kesiminde beklenmedik bir ilerleme gözlenmektedir. İşçi kesimini her şeyden üstün bulan SSCB'nin muhalefetin kökünü kazıyamamasının sebeplerinden biri de, işçilerin her şeyin üstünde görülmesi ve devletin onlara çok gerekli olmadıkça müdahale etmemesiydi, zira işçi kesiminin koruyucu kanatları altına saklanabilen aydınlar her ne kadar hükümet tarafından öğrenildiğinde anında yok edileceğini bilseler de muhalefeti basına taşımayı başarmıştır.

            SSCB'de yaşanan tüm bu karışıklığın ve yıpranmanın Batı Avrupa ve Amerika için tam anlamıyla bir kazanç olduğu söylenemez. Çünkü SSCB kendini yıprattığı kadar Batı Avrupa ve Amerka'yı da yıpratmıştır. Buna verilebilecek en güzel örneklerden biri de Vietnam Savaşı'dır. Vietnam Savaşı Amerika'nın ekonomisine beklenenden çok daha büyük bir zarar vermiş, hatta tüm ekonomilerini Amerika'ya dayandıran Avrupalıların işlerini bile sekteye uğratmıştır.

              İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra alınan kararların gerektirdiği gibi ekonomilerinin temellerini Amerika'nın ekonomisine dayandıran Avrupalılar için bir diğer büyük darbe de ABD'nin 1960 ve 1980'li yıllar arasındaki devlet başkanı krizi olmuştur. Yaklaşık 20 yıl süren bu dönem içerisinde görev yapan hiçbir devlet başkanı normal olarak görevinden çekilmemiştir. Bazıları suikasta kurban gitmiş, bazıları görevden alınmış bazıları ise başarısızlıklarından dolayı bir sonraki seçime bile katılamamıştır. Vietnam Savaşı ve Amerika'daki başkan sorununun birleşmesi kapıitalist bloğun da rahat bir nefes almasını engellemiştir.

            1980'li yılların ilk yarısına gelindiğinde bugün çok meşhur olan iki kavram tarih sahnesindeki yerlerini ilk kez alır: Glasnost ve Perestroyka. Aslında temelleri Andropov tarafından atılan bu iki "reform"un gerekçesi ise SSCB'nin köklü bir sistem değişikliğine ihtiyaç duymasıdır. Andropov kendisinden önceki Brejnev döneminin ardında büyük bir ekonomik sıkıntı getirdiği kanısına varmış ve bu iki devrimi, Glasnost(açıklık) ve Perestroyka(yeniden yapılandırma)'yı asıl olarak ekonomi için planlamıştır.

            Andropov'un ömrünün Glasnost ve Perestroyka devrimlerini tamamlamaya yetmemesi üzerine Gorbaçov iktidara gelmiş ve o da devrimleri kendi siyasal çizgisinde ve aynı ad altında gerçekleştirmeye çalışmıştır. Gorbaçov'un reformlarının temelde üç amacı vardır:devlet ve parti bürokrasisini yenilemek, ekonomik kalkınmayı sağlamak, sivil toplumu yeniden ve daha düzenli bir biçimde inşa etmek.

                Gorbaçov devrimleri uygulamak haricinde 1985 ile 1986 yılları arasında değişim rüzgarları estirmiş ve ülke genelindeki parti birimlerinin beşte birine yakını değiştirilmiştir, böylece devlet ve parti bürokrasisini yenileme amacı için ilk adımlar atılmış olur. Ayrıca SSCB'nin dağılma sürecini hızlandıran etnik kökenli başkaldırıların tohumları da Gorbaçov'un kadro değişikliği sırasında Kazakistan parti sekreteri Kunayev yerine Rus asıllı Kolbin'i ataması ile ekilmiştir.

                Devrimin ikinci ayağı olan ekonomik kalkınma ve canlanma SSCB için hayati önem teşkil etmekteydi, çünkü SSCB'deki bürokrasi ve ekonomi o denli birbiriyle kaynaşmıştı ki mutlak bir siyasal hakimiyet isteyen her devlet başkanı ekonomiyi de canlı tutmalıydı. Bu konuda, kaynakların makinelere ve o zamanlar yeni gelişen bir sektör olan bilgisayar sektörüne kaydırılmasından iş verimliliğini düşüren alkol ile savaş kampanylarına değin birçok önlem alınmış hatta SSCB'yi 2000'li yılların başına kadar götürecek bir ekonomik plan bile yapılmıştır. Fakat SSCB'nin üzerine kurulduğu birçok ilkeyi ihlali gerektiren bu reformlar ekonomik, teknik ve siyasal sorunlar yüzünden kısa bir süre içerisinde askıya alınmıştır.

                Devrimin son ve en çok yankı uyandıran ayağı olan sivil toplumu yeniden ve daha düzenli bir biçimde inşa etme fikri çok büük bir kitle tarafından uzun bir süre boyunca tartışma konusu olmuştur ve bunun nedenleri de yapılan değişikliklerin SSCB'nin kutsal saydığı değerleri "esnetmesi"dir. Sosyal alandaki devrimin en büyük sonucu olan "informal gruplar"ın ortaya çıkışı ülkenin dengesini derin bir şekilde sarsmıştır.İlk başta sadece sosyal hayatı canlandırmak ve vatandaşları farklı deneyimler yaşamaya teşvik için tanıtımı yapılan sosyal gruplar sonradan Komünist Parti'ye karşı çıkmaya başlamış ve deney bir nevi ters tepmiştir. SSCB'nin ilkelerine aykırı olan bir "ikinci parti" olamasalar da informal gruplar, ülkedeki muhalafetin temelini oluşturmuş ve devleti eleştirerek işini daha iyi yapmasını sağlamıştır.
       
             İnformal gruplar devletin gelişmesine her ne kadar katkı sağlamış olsalar da bu gruplar ile yönetim konseyi arasındaki bilgi alışverişinin hızı arttıkça informal grupların etkin üyeleri bizzat yönetime katılmak için seçilmeye başlanmıştır. İnformal grupların üyelerinin yönetime seçilmesi de farklı etnik kökenlere ait özerk bölgelerin kendi yönetimlerindeki Rus müdahalesini azaltmasına neden olmuş, bu da çöküş sürecini hızlandırmıştır.

              Gorbaçov'un devrimlerinin üç kolunun da istenilen başarıyı yakalayamaması, halkın umudunu baltalamış ve onlara SSCB'den ayrılma ihtimalini düşünme fırsatı vermiştir. SSCB'nin durumunun zaten çok parlak olmaması yanında bir de bu "bitirici darbe"nin gelmesi SSCB'yi yıkılma kaderine mahkum etmiştir. İki devrimsel kavramın bu denli büyük yankı uyandırması ve günümüzde de kendilerinden çok bahsettirmelerinin sebebi, kendilerine çok büyük beklentilerin yüklenmesidir.

             Çoğu tarihçinin 20. yüzyılın en büyük deneyi olarak gördüğü SSCB ve sosyalizm çöküşünü tek bir nedene bağlamak çok yanlıştır çünkü bu kadar güçlü bir devletin sadece Glasnost ve Perestroyka yüzünden yıkılmasının olanaksız olduğu gibi 1970'lerde başlayan ekonomik çöküntünün de bunu başarması olası değildir. 1917'den başlayarak o dönemin en büyük iki gücünden biri olan SSCB, Amerika ve Batı Avrupa'ya tam yetmiş dört yıl boyunca tek başına kafa tutmayı başarmıştır ve bu azımsanacak bir şey değildir, fakat üst üste bu kadar çok darbe yemesi ve toparlanmamaya fırsat bulamaması SSCB'nin sonunu getirmiştir. 1991 yılında bünyesindeki şiddetli çarpışmalara daha fazla dayanamayan SSCB on beş ülkeye ayrılmıştır.

               
Kaynakça

http://www.google.com.tr/url?sa=t&rct=j&q=&esrc=s&source=web&cd=1&ved=0CCwQFjAA&url=http%3A%2F%2Fjournal.qu.edu.az%2Farticle_pdf%2F1004_35.pdf&ei=s_nKUtPHNOuY0QXrlICgDQ&usg=AFQjCNF22DcHJK4dbxLnItPbpWERGT5gQQ&sig2=vvnbO5ir2BIc4c50Tlx5dA










Hiç yorum yok:

Yorum Gönder